Milliyet Gazetesi Cadde Eki Şubat 2013
Tanı ve tedavisi pahalı olan kanser, ülke ekonomisine büyük yük getiriyor. Kanser kayıtçılığı, ülkede sık görülen kanserleri ve tanı evrelerini tespit ederek, koruyucu önlemler alınmasına, ulusal sağlık ekonomisinin geliştirilmesine ve kaynakların etkin kullanılmasına yardımcı oluyor.
Türkiye Meme Hastalıkları Dernekleri Federasyonu ve Ulusal Meme Kanseri Veri Tabanı’nın istatistiklerinden yola çıkarak hazırlanan ‘Türkiye’de Meme Kanseri’ kitabı, bir rehber niteliğinde. Kitabın editörü Vahit Özmen, kanser kayıtçılığının tarihi hakkında bilgi verdi: “En eski ve modern kanser kayıt programı, 1929 yılında Hamburg’da oluşturuldu. Bu programda, kanser kontrolünde, sadece medikal ve bilimsel alanların değil, toplum sağlığı ve ekonominin de dikkate alınması gerektiği belirtildi. ABD’de toplum tabanlı kanser kayıt programı, 1935 yılında başlatıldı. National Cancer Institute’e bağlı SEER Programı, ABD’nin resmi kanser sıklığı ve sağkalım bilgileri kaynağı olarak 1973’te veri toplama işine girdi. Danimarka Kanser Kayıt Programı, Danimarka Kanser Derneği tarafından 1942 yılında kuruldu. Tüm ülke nüfusunu kapsayan ve mükemmel işleyen bir program.
Dünya Sağlık Örgütü’nün 1965 yılında bir özel kanser araştırma merkezi olarak IARC’i kurmasından bir yıl sonra 1966’da Uluslararası Kanser Kayıt Birliği kuruldu. Bu kuruluş, IARC ile işbirliği yaparak, üye ülkelerin kanser kayıt programları oluşturmasına, kanser sıklığı ve tedavi sonuçlarının değerlendirilmesine hizmet ediyor.
Politikalar belirlemeye yardımcı oluyor
Kanser kayıt programları, kansere bağlı ölümlere ait bilgileri de içeriyor. Bu bilgiler kullanılarak toplum tabanlı sağkalım oranları hesaplanabiliyor. Bu oranlar, hasta bakımı ve sağlık hizmetlerinin planlanması açısından son derece önemli. Kanserli hastalara uygulanan bir tedavi yönteminin, diğerinden daha iyi olup olmadığını anlamanın tek yöntemi, klinik çalışmalar yapmak. Tek merkezden seçilmiş olgularda yapılmış küçük ölçekli çalışmaların sonuçlarına dayanarak sağkalımla ilgili çıkarımlar yapmak yanıltıcı olabilir. Ancak, kanser kayıt merkezlerinin kayıtlarıyla sağkalıma etkisi merak edilen bir tedavi yöntemi, bu tedaviyi alan ve almayan hastalardaki hastalıksız ve ortalama sağkalım oranları incelenerek belirlenebiliyor. Ayrıca bu sayede sağlık sisteminin işleyişi ve kalitesi hakkında da bilgi ediniliyor.
Yaşam kaliteleri ölçülemiyor
Ayrıca programlar, radyoterapi veya kemoterapiye bağlı gelişme riski olan ikincil kanser olgularının da saptanmasını sağlıyor. Uygun ve geçerli standart bir metot kullanılarak tümör prevalansı hakkında bilgi edinilmesi ve farklı evrelerdeki tümörlerin sağkalımları arasında istatistiksel değerlendirmeler yapılmasına olanak veriyor. Ancak, yaşam kalitesi ölçütlerinin kanser kayıt programlarında bulunmaması, bir eksiklik olarak görülüyor.
Hastanın rızası alınıyor
Kanser kayıt programları, hastalara ait demografik, klinik ve patolojik bulguları da içeriyor. Bunun sonucu olarak, biyomedikal tıp bilimleri üzerinde yapılabilecek çok sayıda araştırma için kaynak oluşturuluyor. Türkiye’de ‘ölüm belgeleri’ ve ‘hastane kayıtları’ yeterli doğruluk, bütünlük, güncellik ve geçerlilikte hasta bilgisi içermiyor. Bu nedenle ‘Merkezi Kanser Kayıt Program’ına’ gereksinim var. Kanser kayıtlarının tutulması sırasında hastaya ait bilgilerin bireysel gizlilik hakkının korunması da çok önemli. Kayıt programına alınan hastalara, bilgilerinin sadece bilimsel nedenlerle kullanılacağı ve bunların kimseyle paylaşılmayıp, gizli kalacağı konusunda güvence verilip, onay formları imzalatılıyor.”